Hayatım boyunca en çok gezdiğim yıl benim için geçen yıl 2014 olduğunu daha önce
yazmışmıydım? Hem yurt içi hem yurt dışı,hem motosikletli hem otobüs,uçaklı tam
bir leyleği havada görme yılıydı benim için..’’ gelmek istersen…’’diye başlayan
hiçbir cümleyi olumsuz cevaplamadım,fırsatları hiç kaçırmadım..
Yine ‘’gelmek istersen biz Yunanistan’ı şöyle bir gezip
geleceğiz ‘’diyen arkadaşlarıma hemen vize işlerini halledip takıldım.
Yunanistan’a ulaşmak için de epey farklı bir rotamız vardı.O
sezonun ilk motosiklet festivali için Didim’e gittik öncelikle. Birkaç gün hem
arkadaşlarımızı gördük hem son hazırlıklarımızı yaptık.İlk duruğımız
Ayvalık.’’rakı-balık-Ayvalık’’ üçlemesini de tabii kaldığımız tek gece de yerine
getirdik. Ancak burada fiyatlar hakikaten oldukça yüksek. Nerdeyse tüm bütçemin
yarısını burada bırakacaktım.
Ayvalığa gidip Şeytan Sofrasına gitmemek olmazdı
.Buranın gün batımı veya doğumunda görülmesi tavsiye ediliyor ki gerçekten
haklılar. Gün batmadan gittiğimiz bu tepe tüm Ayvalık adasına ve midilli
adasına hakim.Üzerinde şeytanın ayak izinin olduğuna inanılan ve madeni para
atılarak halkın dilekte bulunduğu eski bir lav birikintisi..Akşam yemeğimizi
yerken ertesi günkü Midilli adasına gidiş biletlerimizi de internetten
alıveriyoruz. Sabah erkenden kalkıp Midilli ye gideceğimiz feribota biniyoruz
ve yaklaşık 1.5 saat süren bir yolculuk yapıyoruz .Motorlarımız güvertede biz
yukarıda ,ege denizinde, hayatımın en tatlı çaylarından birini içiyorum.
Aslında Midilli adası desek de,Lesvos adasının başkenti
Midilli .Barboros Hayrettin Paşa burada doğmuş.Afyonun nerdeyse 1/10 nu kadar
bir yüzölçümü var.Bu adanın çevresini nerseyse 2 günde gezdik, görülecek her
yeri gördük diyebilirim. Bu adada ve tüm Yunanistan boyunca yollarda ki en
büyük sıkıntımız tabelalar hep yunan harfleri, Latin alfabesi yok.. Adaya ilk
indiğimiz yer midilli, buradan molivos şehrine geçiyoruz.Çok ilginçtir ki kriz zamanında Yunanistan ama öğle 2-5 arası
siesta zamanı,çok yer kapalı…Biz meydanda nerde otursak diye bakınırken bir
motosiklet yanımıza geldi.Hani bizim serseri tayfasına koyduğumuz saç sakal
karışmış,bol küpeli deri kıyafetli tiplerden..Bize,gece limanda kendi
klüplerinin bir toplantısı olduğunu ve bir konser de olduğunu söyleyip bizi
davet ediyor. Gece yapacak başka bir işimiz olmayınca limana inip bizi davet
eden kişiyi arıyoruz. Kıstas neyse kapıdan herkesi geçirmiyorlar. Motosikletlerimizle
bariyere yaklaşınca öğlen bizle konuşan kişi gelip bizi kapıdan alıyor ve tek
tek tüm grupla tanıştırıyor bizi.Hepsi bizi çok iyi karşılıyor ve tanımaya
çalışıyorlar bizi.Hepsinin motorları çok ilginç aksesuarlarla donatılmış .Ancak
müzik pek hoşumuza gitmiyor,çok yüksek sesin de bizi yoracağını düşünüp
otelimize geri geliyoruz.
İki gece kalmak tüm Lesvos adasını dolaşmak için yeterli
bence.Nerdeyse tüm adanın çveresini iki günde dolaştık.Sahiller denize girmek
için çok güzel,küçük,kimisi salaş bir sürü restoran mevcut.Türk yemeklerini
çalmışlar yahu ..Musakka ,cacık,döner hepsi var, tabi yunan isimleriyle..Buralarda
kabak çiçeği dolması,kalamar dolması yemeden,barbayanni marka uzo içmeden
gidenleri dövüyorlarmış.Dayak yememek için biz de tatlarına baktık.
Sokaklar
Arnavut kaldırımı ve genelde orta yaş grubu insanlar var.Sanki burada hayat hep
tatilmiş izlenimi veriyor.Adanın iç tarafları ise eski-yeni
manastırlar,volkanik bölgeler,tarihi alanlardan oluşuyor.Bu bölgede bir
zeytinyağı fabrikası ve bir uzo fabrikası var ki görülmeye değer bence.Eski
sistemle çalıyor bu fabrikalar hoş yeni sistem nasıl onu da bilmiyorum .
uzo fabrikası |
Middiliye ilk geldiğimiz gün uğradığımız ,sahibi de Türk
olan acentaya gelip Yunanistan’a geçeceğimiz feribot için bilet
alıyoruz.Motorlarımız için 22 euro,kendimiz için de 42 euro ödeyerek 12 saat
sürecek feribotla geçiş biletlerimizi alıyoruz .Benim için bu gezinin en
heyecanlı kısmı bu feribot oluyor.Çünkü daha önce bu kadar uzun süreli bir
geçiş hiç yapmamıştım.Daha önce bu feribotla geçen arkadaşlarım bana kesinlikle
kamara değil,güverte bileti al demişti.Oları dinleyip güverte bileti
alıyoruz.Yani extra para vermiyoruz.
Akşam 8 gibi motorlarımızla feribotun araç girişine
girip,motorlarımızı bağlıyoruz.Görevli bize almanız gereken ne varsa alın ,daha
sonra bu bölüme gelmeniz yasak demesine rağmen yanımıza ne almamız gerektğini
,lk defa bineceğimiz için bilememiştik.Sadece üstümüzdekiler ve arkadaşlarımın
tavsiyesi ile uyku tulumlarımızı alıp güverteye çıkıyoruz.Haziran ayındaydık ve
gece yolculuğu ne kadar soğuk olabilirdi.Yukarı çıktık derken asansörle çıkıyoruz.Tam
11 kat! Tabi ben tüm gece tüm katları gezdim.Sayısından emin değilim ama 4-5
farklı restoran vardı..Çok şık alakartlardan ,kafelere,büfelere,alışveriş
merkezine,kuaför hatta çocuk parkı,internet salonu,pastahane ilk aklıma
gelenler..Tabi fiyatlar bir miktar pahalı.Büfeden aldığımız sandviçle karnımızı
doyurup kahvemle açık güverteye çıkıyorum.Bir şezlonga
uzanıyorum.Gecenin karanlığı,yıldızlar,rüzgar çok derinden gelen bir yunan
müziği…Bırakın sabahı,ömrümün sonuna kadar burada kalabilirim.Gece ilerliyor
hava iyice soğuyor.Aslında haritada Midilli ve Atina limanı çok yakınmış gibi
görünse de baya bir açık denizdeyiz.Nasıl bir karanlık.Denizde miyim karada mı
aslında belli değil.Hava soğuğunca içeriye giriyorum.Arkadaşlarımla ve
çevremizdeki gençlerle anlaşabildiğimce sohbet ediyoruz.Uykumuz geliyor
tabiki.Güverte aldık ama dışarda uyumanın imkanı yok.Uyku tulumlarımızı açıp
koridora seriyoruz.Çünkü herkes bu şekilde uyuyor.Uyku tulumuna alışık olsam da
bir güvertede ilk defa yatıyorum ,haliyle iyi uyuyamıyorum.İçeride de klimalar
öyle hızlı çalışıyor ki dışarı güverteye resmen ısınmaya çıkıyorum ara ara.
Sabah saat 8.Kalimera ( hoşgeldiniz )Atina
limanındayız.Motorlarımıza atlayıp daha önce tesadüfen Türkiye’de tanıştığım
yine motorcu, arkadaşlarım var.Dimitri ve Eleni.Onları bulup biraz sohbet
ediyoruz.Aslında biz Yunanistan’ı güneyden başlayıp kuzeye doğru çıkarak
kapıkuleden girecek şekilde bir gezi planı yapmıştık.Ama yukarıya doğru
çıkmadan biraz daha güneye inip meşhur Korent kanalını görmeye karar veriyoruz.
Korent
kanalı Adriyatik ve Ege denizi arasında geçecek gemilere 400 kilometrelik bir avantaj sağlıyormuş.Bu kanal 1881 de
yapıma başlanmış ve 12 sene sürmüş.Ve tamamı elle yapılmış.uzunluğu 6300 metre
ve genişliği de 23 metre kadar .Dolayısı ile çok büyük gemiler geçemiyor
buradan.Tabii burada böle bir yükseklik olunca hemen yanına bumgee jumping
tesisi kurulmuş.Ama ben henüz bunu yapacak kadar deli değilim .100 km daha
yapıp Atinaya geri dönüyoruz.Yolumuz uzun.. Selanik! Yunanistan’ın 2. Büyük
kenti ve Atatürk’ün doğduğu yer.Çok turistik bir şehir.Deniz kenarı aynı İzmir
kordon .Sanki şehre sadece gençleri
alıyorlarmış izlenimi var.Önüne motorlarımızı güvenle koyabileceğimiz bir otel
bulup hemen dışarıya atıyoruz kendimizi.Bütün restoranlar nerdeyse içiçe ve
sokaklarda.Yemeğimizi birbirine karışan müzik sesleri içinde yiyip otelimize
gidiyoruz.
selan,k meydanı |
Sabah ki programımız pek tabi ki Atatürk Evi Müzesi. Çok
heyecanlıyım.Motorlarımızı yakın bir yere park edip ve müzeye giriyoruz.10 ar
kişilik gruplar halinde alıyorlar içeri.O da ne..İçerde O’na ait nerdeyse
hiçbir şey yok!Sadece balbumumdan bir modeli okadar. Evin diğer bölümlerinde
sadece fotoğraflar.Büyük bir hayal kırıklığı ile ordan ayrılıyoruz.Selanik
kalesi çevresini ve limanda dolaşıp yola koyuluyoruz tekrar.
Eski bir Osmanlı kasabası Kavala var sırada.Benim gibi yeme
içme düşkünü biri içinde kurabiye demek.Aslında çok yorulmadık az bir mesafe
geldik ve Türkiye ye bile az kaldı.Ama bu huzurlu ve sakin kasabada bir gece
kalıp burayı biraz koklamak istiyoruz.Sanata ve tarihe meraklıysanız burada
görülecek müzeler,antik tiyatro,Belediye binası gibi yerler ilginizi
çekebilir.Benim daha çok yeme içme ilgim olunca kendimi meşhur kavala
kurabiyecisinde buluyorum.Hem mideme hem çantama dolduruyorum.Nefis.
Sabah uykumuzu almış kalkıp yola düşüyoruz tekrar.Buarada Yunanistan’da
otoyol o kadar sık gişelerle bölünüyor ki benzin parası kadar geçiş ücreti
ödedik nerdeyse .Geç de olsa Selanik’ten sonra otoyola girmeden
aralardan,köylerin içinden geçmeyi akıl edebildik.Bazı yerlerde
durduk,dinlendik.Türkiye’ye yaklaştıkça Türkler artmaya,Türkçe konuşulmaya
başlandı.Yol kenarlarında sık sık küçük yapıcıklar dikkatimi çekiyordu,kuş
kafesi gibi.Bir tanesinin yanında durup baktım.O yolda, kazada ölenlerin
anısına ailesi tarafından yaptırılmış ve içinde ölenin fotoğrafı birkaç özel
eşyası ve mum var.Çok ilginç.
Kavala’dan çıkalı çok az olmuştu, biz Türklerin
Dedeağaç,Yunanların da Alexsanrapolis dediği ve kapıkuleye 40 km kalan liman
kentine geldik.Burada görülecek çok bir şey bulamadık.Sahilde bir fenerden
başka sadece şirin restorantlar var.Öğle yemeğimizi yine kalamar ve karidesle
tamalayıp sınıra doğru sürüyoruz demir atlarımızı.Sınırımıza geldiğimizde duygulanıyorum.Harika
bir gezi yapmama rağmen,Meriç nehrinden geçerken köprünün mavi beyaz dan
kırmızı beyaza renkli korkuluklu yolundaki
askerimiz bana ‘hoşgeldniz
‘demezmi…Motordan inip öpesim geldi askerimizi.. Her şeye rağmen insanın kendi
ülkesi kendi değerleri.Seviyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder