16.12.15

Afrikanın göbeğinde bir Afyonlu Mart 2013

40 yaşımı geçmiştim ve hayatım boyunca Denizli-İstanbul dışında ne uçağa binmiştim ne yurt dışına çıkmıştım.. O sene Sudan da görev yapan arkadaşımla konuşuyorum sık sık ,bana görevim bitmeden gel,benim de gitmediğim ülkeler var gezelim diyor..
Olur mu, nasıl olur derken o zamana kadar hiç internet sayfasına bile  girmediğim Thy nin sayfasına girip,kaç paradır,uçuş kaç saatir araştırırken,bileti alıvermişim. .



Arkadaşım bana nereleri gezmek isityorsan araştır,dersini çalış da gel diyor..Üç ay ders çalışıyorum,Ee  Afrika’ya gideceğim sonuçda kuzeyi de değil,güneyi de değil..Karar veriyoruz.Göbeği..Uganda-Tanzanya-Brundi ..Otobüsle İstanbul,oradan Atatürk Havaalanı..Cahil olmak ne zor..Hiç bişi bilmiyorum..Yurtdışı çıkış pulu varmış,sonra çantamı bagaja vermek..Gidip biyerde bekleyeyim daha vakit var diyorum..Dakikalar sonra her uçağın bir koridoru olduğunu anlıyorum,panik içinde aranıyorum.Neyse zaman geçmeden bulup daha sonra uçağa biniyorum…8-9 saat uçmak sanırım ilk uçuşum olduğu için beni hiç sıkmadı..Sabaha karşı Entebbe havaalanına iniyorum.İstanbul dan sonra gördüğüm ilk havaalanı.Beni şok ediyor.2.dünya savaşında terkedilmiş bir sığınağı andırıyor bana..Pasaport işlerimi halledip dışarı çıkıyorum.Hoşgeldin Afrika…Arkadaşım gelmemiş.Gelir şimdi diyip bir banka oturuyorum ama rahat vermiyor halk..taxi..taxi diyenler..Para isteyenler bir taraftan, sivrisinekler diğer taraftan..Tabiki buraya gelmeden 3 ay önce Sahiller ve Hududlar Müdürlüğünde aşılarımı olmuştum,korkum yok o yüzden..umursamıyorum bile.
Başka bir dünyadayım ve üstüne üstlük yurtdışı görüşmelerine açtırdığım telefonum da kafayı yemiş,çalışmıyor.Arkadaşım hala gelmedi..Aklımda deli senaryolar…Bişi oldu da aradı ve bana ulaşamadı mı,başına bişimi geldi,ben yanlış yerde mi bekliyorum,gelmezse ben 2 hafta burda ne yaparım vs …Neyse bir saat kadar sonra geliyor ve beni dokuz çocuğumla karşılıyor.Uçağı rötar yapmış..Hemen taksiye atlayıp bir otel buluyoruz..Odama girdiğim zamanki manzarayı şaşkınlığımdan fotoğraflamak hiç aklıma gelmiyor.Loş bir oda.Tavanda bir vantilatör,cibinlikli yatak.Gıcırdayan demir bir yatak.Bnayo:Bir küvent ama içinde karıncalar dolaşıyor.Camı olmayan bir pencere..Oysa Afrika da hiçbir şeye şaşırmamam gerektiğini gelinceye kadar öğrenemiyorum.O gece Entebbe de kalıyoruz  ertesi gün burası nasıl bir yermiş diye kısa bir tur atıyoruz ki zaten burası küçücük bir yermiş.Aklımda kalan en belirgin şey kırmızı toprak ..


Kampala-Hükümet binası

Ertesi gün başkente geçiyoruz.Kampala..Bir başkent ama sadece bulvara benzer,oraya göre sanırım lüks yerlerden, hükümet binasından ve adını daha önce hiç duymadığım yüksek banka binalarından oluşan bir şehir...Daha sonra asıl afrikanın arka sokaklarda devam ettiğini görüyorum.Hele daha sonra gittiğim küçük köyler tam bir afrika belgeseli..Neyse tekrar başkente dönelim.Her bankanın her kafenin her işletmenin kapısında sırtlarında silahları olan güvenlik görevlileri,polis pek yok ortalıkta..
Her yer bodo bodo dedikleri taksi motorlarla dolu..Yanınıza gelip ‘’bodo bodo’’ ‘’taksi istermisin’’ yani diyorlar.. Hayır anlamında başımı kaldırıyorum,gitmiyorlar çevremden…Sürekli bu durum..Bir kafeye giriyoruz,mesela şeker istiyorum ,yok anlamında başını kaldırıyor ama bi süre sonra şeker geliyor..bikaç gün sonra anlıyoruz ki bizde hayır anlamına gelen başı cık şeklinde yukarı kaldırma burada evet anlamına geliyormuş..Arkadaşım oranın en büyük camilerinden birine Cuma namazına gidiyor ben de yakın çevresinde dolaşıp fotoğraf çekiyorum.Buranın halkı fotoğraf çekimine hiç de sıcak bakmıyor ya da para istiyor..O yüzden kişilerin fotoğralarını çekerken izin isteyeceğim bunu biliyorum..Aman ben kimseyle özellikle şuan yalnızken bi sorun olmasın diye fotoğraflarını çekmiyorum..Çiçek böcek çekiyorum sadece..
başımı derde sokan çiçek
Değişik bir çiçek görüyorum..hatta dibine kadar gidip çiçeğin fotoğrafını çekiyorum ve aniden tepemden bir el makinamı aniden elimden alıyor..arkamı bir dönüyorum ki bir güvenlik..Bağıra bağıra kendi dilince bişiler diyor ama ben anlamıyorum onu..Heyecanımdan parça parça İngilizce olarak neden alıyorsun;ver makinamı,bu yasal diyebiliyorum.Anlamıyor.Bana polisi çağırın diyorum bu sefer o anlamazlıktan geliyor. Osırada yanımıza başka bir güvenlik geliyor..o nu sakinleştırmeye çalışıyor.Sanki ülkenin namusu bozmuşum gibi davranıyorlar bana..Yanındaki arkadaşına bana buranın müdürünü çağırın diyorum gayet dik bir şekilde ama kalbim Yusuf Yusuf atıyor tabi..Arkadaşı gidip bir süre sonra geri geliyor ve patron seni bekliyor diyor..Gitmelimiyim beklemelimiyim daha karar veremeden beni önlerine katıp içeri giriyoruz..Dar koridorlardan geçip gayet sade küçük bir odaya geliyoruz.Sade bir masanın arkasında sanırım o patron,sakin bir adam oturuyor.Ben hemen konuşmaya başlıyorum.Ülkenizde turistim.Türküm.Müslümanım.Bu yaptığı yasal değil.Makinamı geri istiyorum.Tabi bukadar seri değilim..:/ Patron beni sakince dinliyor.Burası pek de güvenli olmayan bir ülke,gördüğünüz gibi her yer banka burası gibi ve heran saldırı olabilir bu yüzden bizim için herkes şüphelidir burda ve siz buranın önünde fotoğraf çekiyordunuz.Belki sizde bir soygun hazırlıyorsunuz gibi birşeyler demesinmi ? Ben hayır,asla..çektiğim fotoğraflara bakın anlarsınız derken biraz daha hırçınlığım geçmiş,kedi moduna dönmüştüm.Ama patronu ikna ettim sanırım ki bana ufaktan bir ders verip,burada çok dikkatli olmalısınız diyip makinamı geri verdi.Görevliler beni bir başka yoldan kapıya çıkardılar..Hayatımın en unutulmaz anlarından birini yaşıyorum.Tabi buarada namazdan çıkan arkadaşımla buluşsacğım yere gittiğimde meraktan çatlamış birini buluyorum.Tabi o mekanın içinde telefon çekmediğinden bana ulaşamamış merakda kalmıştı.Başıma gelenleri anlatıyorum bir solukta.Hem gülüyoruz hem bana kızıyor ama bu benim elimde olan bir şey değildiki..
Afikanın göbeğinde az daha sonumun ne olabileceğini hala bilemediğim öle bir şey yaşamıştımki hayatım boyunca unutmayacaktım.
Uganda'da yine unutamayacağım bir etknlikte Nil Nerindeki rafting organizasyonu olmuştur.Avrupalı gençlerin organize ettiği gayet profesyonel bir etkinlik.Bir gece önceden internetten organizasyonu bulup yerimizi ayırtıyoruz.Sabah bizi otelimizden alıyorlar ve 1.5 saate yakın yol gidiyoruz.Önce nehrin kenarında ufaktan bir eğitim veriyorlar ve 6 şer kişilik gruplarla botlara biniyoruz.8 parkurdan oluşan kimi sakin kimi oldukça dalgalı bölgeleri ,bir tek öğle yemeği arası verererek akşama kadar tamamlıyoruz.Bazı yerler hakikaten çok korkunçtu ve bazı yerlerde suya düştük.ancak sürekli çevremizde kurtarma botları yardımcı oldu.yine de çok eğlenceliydi hem Kaç kişi hayatında Nil'de rafting yaparki..
4 gün geçirdiğimiz Uganda'dan 5.gün Tanzanya'ya gitmek için otobüs bileti aldık.aslında çok uzak değil 350 km gibi bişi.Öğleye orda oluruz diyorum.Nerdee...Yollar toprak..Araç Nuh'un gemisinin bir versiyonu,camlar yok,tavanda vantilatörler..Bu ülke halkı bağırarak konuşuyor,otobüsün içi bildiğiniz maç sahası..Öğle mola veriyoruz.Daha yarısına gelmişiz yahu..Otobüsden inince,ellerinde şişlere takılmış tavuk butları,et şiş,sepetlerde kaynamış yumurta olan çocuklar saldırıyor resmen bana.Bir tane alıyorum ama yemek ne mümkün..Çocuklardan biri geliyor yanıma bana ver diyor,veriyorum.Afiyetle yiyor.Otobüse geri binip tekrar yola koyuluyoruz.az gittik ve yine duruyoruz.Geldikmi yoksa..Yok yok sınıra gelmişiz
.Geçiş işlemlerimiz için duruyoruz.Yabancı olunca biz,bize öncelik tanıyorlar sada herkesin işlemlerini bitirmesini bekliyoruz.Aklıma kapıkule geliyor.Sizin gelmesin.Tekrar yola koyuluyoruz.artık epey bi gidiyoruz.Hava kararıyor.Otobüsün farları yok!Aracın içini sadece ay aydınlatıyor.Yanımdakini bile görmüyorum desem...Ya bizim içimiz kötü...Yine bir film senaryosu hazırlıyorum kafamda..sonunda geliyoruz.Uganda Tanzanya sınırında ilk kasaba.Bukoba


Kalacak yer bulmakta zorlanıyoruz burada.Çünkü daha erken geleceğimizi düşünmüştük buraya.Tabi gece olunca zor bu işler.Tariflerle falan. Bir minibüs bizi bir otele götürüyor.Virajlı yukarı doğru çıkıyoruz ve gerçekten şaşırıyorum gayet iyi görünen bir otele geliyoruz.Beğenmeme şansımız da yok zaten bu saatte.
Odalarımıza bile bakmadan ok diyoruz .Bir kadın bize masai tea getiriyor.Serenomi harika.Çaylarımızı içip odalarımıza çıkıyoruz.Sabah kalkıpda balkona çıktığımda karşımda duran suyun  viktorya gölü olduğunu öğrenip bir kez daha coğrafya bilgisizliğime kızıyorum.Kasabaya iniyoruz.Pazar yerinin içindeyim.Gittiğim yerlerde pazar dolaşmayı çok severim.
Halkla konuşmak için bir fırsattır.
.İnsanlar bana uzaylı gibi davranıyor.Bana dokunmaya çalışıyorlar.Kocaman bir kıta burası modern dünyanın ortası.Nasıl bukadar fakir olabiliyorlar.unu bir kez de nepal'de yaşamıştım.Pazardan aldığımız sebzelerle ve bir balıkçının teknesinden aldığımız balıkla,o gece otelin mutfağını kullanarak kendi balığımızı ve salatamızı yapıyoruz.Günlerdir yerel yemekleri yiyoruz ama karnım aç tabiki.O gece resmen ziyafet çekiyoruz.Otel görevlileriyle sohbet ederken,o bölgeyi iyi bildiğini düşünüdüğümüz bir adamla yarın tüm gün bizi gezdirmesi için pazarlık yapıyoruz.100 dolardan başlayan pazarlık 40 dolara bağlanıyor.
Ertesi gün ormanın içinde bir gezinti yapıyoruz.Hala kötü ruhlara inanıyor bu halk.Onlar için hala tütsüler yakıp nehre tütsü kayıkları bırakıyorlar.Ufak tefek şelaleler,yarasa mağaraları gibi pek çok değişik yer görüyoruz.Sahilinin beyaz kumdan oluştuğunu söylediği bir köye kayıkla götürüyor bizi.Sahil harika gerçekten.Biraz denize giriyoruz pardon göle.Sonra o sahilin olduğu bir köye geçiyoruz.Allahım tam bir Afrika gerçeği.Kapıları  bez perdeler olan tek gözlü evler var.Birinin perdesi açık içeri kaçamak bir bakış atıyorum.Sazlardan bir yatak,okadar.Kapının önünde leğende çocuklarını yıkayan,gölün kenarında çamaşır yıkayan,yemek yapan yarı çıplak insanlar.Buradan geçerek tepeye doğru tırmanıyoruz





.Nesilleri tükenmekte olan beyaz gagalı kartallar buradaymış görebilirsek onları görmek istiyoruz.Oldukça dik tırmanış yapıyoruz.Zirveye geldiğimizdeki manzarayı ve duygularımı tarif etmem çok güç..Dağın bir tarafı uçurum dğier taraf zaten tırmandığımız yer.Burada getirdiğimiz kumanyaları yiyip,kartalları uçarken görüp tekrar geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz.
Buraya kadar gelip Zanzibar'a nasıl geçilebilir bakınıyoruz ancak buradan gitmek nerdeyse benim Türkiyeden geldiğim paraya yakın olunca vazgeçiyoruz.Ruanda'ya geçelim ,Yine nesli tükenmekte olan beyaz sırtlı gorilleri görelim diye araştıryoruz.O safari de hem 3 günümüzü alacakmış hem de görememe ihtimali olduğunu duyunca oradan da vazgeçiyoruz.Ama ben sonra kendime çok kızıyorum.Bir daha nasıl gidecektim ki taa oralara.O yüzden sakın ayağınıza kadar gelen fırsatları kaçırmayın yoksa ben gibi dövünürsünüz.





 Harika bir 10 gün geçirmiştim.Yine macera dolu yine şaşkınlık,farklı bir kültür farklı insanlar,yaşamlar...Şansım da iyi gitmişti ancak şunu söyleyebilirim ki  ‘’gülen bir yüzün,samimi bakışların çözemeyeceği hiçbir şey olamaz’

12.12.15

5.Tenere Simav Kış kampı Kasım 2015

Biz enduro kullanıcıları sanırım kendimize eziyet etmekten zevk alıyoruz. Ya da zorlu yol ve hava koşullarıyla mücadele etmek bizim mutluluk hormonlarımızı hareketlendiriyor.Bu kamplara gitmeyi nerdeyse dört gözle bekler oldum.
Hoppaaa...günü açıklandı sonunda.Kasım sonu ve de bana çok yakın.Kütahya-Simav-Gölcük yaylası.Cuma gününden çıkmaya karar veriyorum.Sabah işlerimi toparlayıp nasılsa şurası diyerek saat öğle 3 buluyor yola çıkmam.Benzin alayım,şurda bir çay,karnım acıktı derken havanın erken kararacağını mı unuttum ben..Simav girişinde bir arkadaşımla buluşuyoruz.Geldik 3-5 dakikamız var derken meşhur Simav Eynal Kaplıcalarının önündeyiz.Sanırım yukarı virajları çıkmamız gerekiyor diyip 3-5 km yol alıyoruz ama hava kararmış olduğundan da tedirgin olup yanlış yolda olduğumuzu düşünüp tekrar kaplıca girişine iniyoruz.Arkadaşlarımızı arıyorum.Yolda olduklarını söyleyip bekleyin diyor bize.Nerdeyse yarım saat geçiyor hava iyice kararıyor ve arkadaşlarım geliyor.Gece gitmekten korktuğumu,ben şurda kaplıcada kalayım dediysemde beni bırakmıyorlar.Bu sefer hep birlikte virajları tırmanıyoruz yeniden.Yaklaşık 15 km gittik ama hissedilen 150 km.Gölcük yaylası milli parkı.Ormandayız.Okadar tırmanmışız ki aşağıda kamp ateşini görüyoruz ama ulaşamıyoruz.Her kampta kaybolan birileri hep olur zaten ,yine kaybolanlarla rastlaşıyoruz ve hep birlikte kayboluyoruz..Şaka şaka..Buluyoruz inişi.Yaylaya inip çadır kuracağımız yeri belirliyoruz,motorlarımızı önüne çekiyoruz.Yerleşiyoruz.Kafa lambalarımızı takıp kimler gelmiş keşfine çıkıyoruz.Hava bir miktar soğuk,çok soğuk değil..( mumy can read ) Biraz arkadaşlarımızla sohbet edip yatıyoruz..
Erken yatan erken kalkar zaten rakım yüksek az uyku bile zımba gibi yapıyor adamı.Gece karanlığında geldiğimiz yayla sabah bizi tüm güzelliği ile karşılıyor.MUhteşem bir manzara.Küçük
bir göl var hemen yanındayız.Hayret biz o karanlıkta nasıl göle dalmamışız.Nerdeyse her 3-5 çadır grubunun önünde bir ateş.Arkadaş ziyareti yaparken kahvaltımı da yapıveriyorum ;) Hava soğuk olmasına rağmen Simav'da yaşayan arkadaşlarımızda ailelerini alıp gelmişler.Ortalık bir festival alanı,oynayan çocuklar,koşturan köpekler.Motoruna kuru odun bulup bağlamış sürüyerek gelen arkadaşlarımız.Akşama daha büyük ateşler yakılıyor.Nerdeyse gece yarısına kadar gelenler oluyor.Gece göl kenarına giden arkadaşlarım tilki gördüklerini söylüyorlar ama allahtan ben bunu tuvalete gidip geldikten sonra duyuyorum.Çünkü burada tuvalet orman!Ateşin çevresinde şarkılar söyleyip,Gürkan'ın bağlamasına eşlik ediyoruz.Sabah kalktığımızda herkes dönüş için hazırlanmaya başlamış,akşamdan kalan ateşlere yeniden kor yapıp çaylar yapılıyor.Çevre temizliği yapılıp,motorlar hazırlanıyor.Bir başka kampta görüşmek üzere diyip yeni arkadaşlarımız,anılarımızla evimizin yolunu tutuyoruz.





















Midilli ve yunanistan

Hayatım boyunca en çok gezdiğim yıl benim için  geçen yıl 2014 olduğunu daha önce yazmışmıydım? Hem yurt içi hem yurt dışı,hem motosikletli hem otobüs,uçaklı tam bir leyleği havada görme yılıydı benim için..’’ gelmek istersen…’’diye başlayan hiçbir cümleyi olumsuz cevaplamadım,fırsatları hiç kaçırmadım..
Yine ‘’gelmek istersen biz Yunanistan’ı şöyle bir gezip geleceğiz ‘’diyen arkadaşlarıma hemen vize işlerini halledip takıldım.
Yunanistan’a ulaşmak için de epey farklı bir rotamız vardı.O sezonun ilk motosiklet festivali için Didim’e gittik öncelikle. Birkaç gün hem arkadaşlarımızı gördük hem son hazırlıklarımızı yaptık.İlk duruğımız Ayvalık.’’rakı-balık-Ayvalık’’ üçlemesini de tabii kaldığımız tek gece de yerine getirdik. Ancak burada fiyatlar hakikaten oldukça yüksek. Nerdeyse tüm bütçemin yarısını burada bırakacaktım.
 Ayvalığa gidip Şeytan Sofrasına gitmemek olmazdı .Buranın gün batımı veya doğumunda görülmesi tavsiye ediliyor ki gerçekten haklılar. Gün batmadan gittiğimiz bu tepe tüm Ayvalık adasına ve midilli adasına hakim.Üzerinde şeytanın ayak izinin olduğuna inanılan ve madeni para atılarak halkın dilekte bulunduğu eski bir lav birikintisi..Akşam yemeğimizi yerken ertesi günkü Midilli adasına gidiş biletlerimizi de internetten alıveriyoruz. Sabah erkenden kalkıp Midilli ye gideceğimiz feribota biniyoruz ve yaklaşık 1.5 saat süren bir yolculuk yapıyoruz .Motorlarımız güvertede biz yukarıda ,ege denizinde, hayatımın en tatlı çaylarından birini içiyorum.

Aslında Midilli adası desek de,Lesvos adasının başkenti Midilli .Barboros Hayrettin Paşa burada doğmuş.Afyonun nerdeyse 1/10 nu kadar bir yüzölçümü var.Bu adanın çevresini nerseyse 2 günde gezdik, görülecek her yeri gördük diyebilirim. Bu adada ve tüm Yunanistan boyunca yollarda ki en büyük sıkıntımız tabelalar hep yunan harfleri, Latin alfabesi yok.. Adaya ilk indiğimiz yer midilli, buradan molivos şehrine geçiyoruz.Çok ilginçtir ki  kriz zamanında Yunanistan ama öğle 2-5 arası siesta zamanı,çok yer kapalı…Biz meydanda nerde otursak diye bakınırken bir motosiklet yanımıza geldi.Hani bizim serseri tayfasına koyduğumuz saç sakal karışmış,bol küpeli deri kıyafetli tiplerden..Bize,gece limanda kendi klüplerinin bir toplantısı olduğunu ve bir konser de olduğunu söyleyip bizi davet ediyor. Gece yapacak başka bir işimiz olmayınca limana inip bizi davet eden kişiyi arıyoruz. Kıstas neyse kapıdan herkesi geçirmiyorlar. Motosikletlerimizle bariyere yaklaşınca öğlen bizle konuşan kişi gelip bizi kapıdan alıyor ve tek tek tüm grupla tanıştırıyor bizi.Hepsi bizi çok iyi karşılıyor ve tanımaya çalışıyorlar bizi.Hepsinin motorları çok ilginç aksesuarlarla donatılmış .Ancak müzik pek hoşumuza gitmiyor,çok yüksek sesin de bizi yoracağını düşünüp otelimize geri geliyoruz.
İki gece kalmak tüm Lesvos adasını dolaşmak için yeterli bence.Nerdeyse tüm adanın çveresini iki günde dolaştık.Sahiller denize girmek için çok güzel,küçük,kimisi salaş bir sürü restoran mevcut.Türk yemeklerini çalmışlar yahu ..Musakka ,cacık,döner hepsi var, tabi yunan isimleriyle..Buralarda kabak çiçeği dolması,kalamar dolması yemeden,barbayanni marka uzo içmeden gidenleri dövüyorlarmış.Dayak yememek için biz de tatlarına baktık. 
Sokaklar Arnavut kaldırımı ve genelde orta yaş grubu insanlar var.Sanki burada hayat hep tatilmiş izlenimi veriyor.Adanın iç tarafları ise eski-yeni manastırlar,volkanik bölgeler,tarihi alanlardan oluşuyor.Bu bölgede bir zeytinyağı fabrikası ve bir uzo fabrikası var ki görülmeye değer bence.Eski sistemle çalıyor bu fabrikalar hoş yeni sistem nasıl onu da bilmiyorum .





uzo fabrikası

Middiliye ilk geldiğimiz gün uğradığımız ,sahibi de Türk olan acentaya gelip Yunanistan’a geçeceğimiz feribot için bilet alıyoruz.Motorlarımız için 22 euro,kendimiz için de 42 euro ödeyerek 12 saat sürecek feribotla geçiş biletlerimizi alıyoruz .Benim için bu gezinin en heyecanlı kısmı bu feribot oluyor.Çünkü daha önce bu kadar uzun süreli bir geçiş hiç yapmamıştım.Daha önce bu feribotla geçen arkadaşlarım bana kesinlikle kamara değil,güverte bileti al demişti.Oları dinleyip güverte bileti alıyoruz.Yani extra para vermiyoruz.





Akşam 8 gibi motorlarımızla feribotun araç girişine girip,motorlarımızı bağlıyoruz.Görevli bize almanız gereken ne varsa alın ,daha sonra bu bölüme gelmeniz yasak demesine rağmen yanımıza ne almamız gerektğini ,lk defa bineceğimiz için bilememiştik.Sadece üstümüzdekiler ve arkadaşlarımın tavsiyesi ile uyku tulumlarımızı alıp güverteye çıkıyoruz.Haziran ayındaydık ve gece yolculuğu ne kadar soğuk olabilirdi.Yukarı çıktık derken asansörle çıkıyoruz.Tam 11 kat! Tabi ben tüm gece tüm katları gezdim.Sayısından emin değilim ama 4-5 farklı restoran vardı..Çok şık alakartlardan ,kafelere,büfelere,alışveriş merkezine,kuaför hatta çocuk parkı,internet salonu,pastahane ilk aklıma gelenler..Tabi fiyatlar bir miktar pahalı.Büfeden aldığımız sandviçle karnımızı doyurup  kahvemle  açık güverteye çıkıyorum.Bir şezlonga uzanıyorum.Gecenin karanlığı,yıldızlar,rüzgar çok derinden gelen bir yunan müziği…Bırakın sabahı,ömrümün sonuna kadar burada kalabilirim.Gece ilerliyor hava iyice soğuyor.Aslında haritada Midilli ve Atina limanı çok yakınmış gibi görünse de baya bir açık denizdeyiz.Nasıl bir karanlık.Denizde miyim karada mı aslında belli değil.Hava soğuğunca içeriye giriyorum.Arkadaşlarımla ve çevremizdeki gençlerle anlaşabildiğimce sohbet ediyoruz.Uykumuz geliyor tabiki.Güverte aldık ama dışarda uyumanın imkanı yok.Uyku tulumlarımızı açıp koridora seriyoruz.Çünkü herkes bu şekilde uyuyor.Uyku tulumuna alışık olsam da bir güvertede ilk defa yatıyorum ,haliyle iyi uyuyamıyorum.İçeride de klimalar öyle hızlı çalışıyor ki dışarı güverteye resmen ısınmaya çıkıyorum ara ara.
Sabah saat 8.Kalimera ( hoşgeldiniz )Atina limanındayız.Motorlarımıza atlayıp daha önce tesadüfen Türkiye’de tanıştığım yine motorcu, arkadaşlarım var.Dimitri ve Eleni.Onları bulup biraz sohbet ediyoruz.Aslında biz Yunanistan’ı güneyden başlayıp kuzeye doğru çıkarak kapıkuleden girecek şekilde bir gezi planı yapmıştık.Ama yukarıya doğru çıkmadan biraz daha güneye inip meşhur Korent kanalını görmeye karar veriyoruz.






Korent kanalı Adriyatik ve Ege denizi arasında geçecek gemilere 400 kilometrelik  bir avantaj sağlıyormuş.Bu kanal 1881 de yapıma başlanmış ve 12 sene sürmüş.Ve tamamı elle yapılmış.uzunluğu 6300 metre ve genişliği de 23 metre kadar .Dolayısı ile çok büyük gemiler geçemiyor buradan.Tabii burada böle bir yükseklik olunca hemen yanına bumgee jumping tesisi kurulmuş.Ama ben henüz bunu yapacak kadar deli değilim .100 km daha yapıp Atinaya geri dönüyoruz.Yolumuz uzun.. Selanik! Yunanistan’ın 2. Büyük kenti ve Atatürk’ün doğduğu yer.Çok turistik bir şehir.Deniz kenarı aynı İzmir kordon .Sanki şehre  sadece gençleri alıyorlarmış izlenimi var.Önüne motorlarımızı güvenle koyabileceğimiz bir otel bulup hemen dışarıya atıyoruz kendimizi.Bütün restoranlar nerdeyse içiçe ve sokaklarda.Yemeğimizi birbirine karışan müzik sesleri içinde yiyip otelimize gidiyoruz.



selan,k meydanı

Sabah ki programımız pek tabi ki Atatürk Evi Müzesi. Çok heyecanlıyım.Motorlarımızı yakın bir yere park edip ve müzeye giriyoruz.10 ar kişilik gruplar halinde alıyorlar içeri.O da ne..İçerde O’na ait nerdeyse hiçbir şey yok!Sadece balbumumdan bir modeli okadar. Evin diğer bölümlerinde sadece fotoğraflar.Büyük bir hayal kırıklığı ile ordan ayrılıyoruz.Selanik kalesi çevresini ve limanda dolaşıp yola koyuluyoruz tekrar.
Eski bir Osmanlı kasabası Kavala var sırada.Benim gibi yeme içme düşkünü biri içinde kurabiye demek.Aslında çok yorulmadık az bir mesafe geldik ve Türkiye ye bile az kaldı.Ama bu huzurlu ve sakin kasabada bir gece kalıp burayı biraz koklamak istiyoruz.Sanata ve tarihe meraklıysanız burada görülecek müzeler,antik tiyatro,Belediye binası gibi yerler ilginizi çekebilir.Benim daha çok yeme içme ilgim olunca kendimi meşhur kavala kurabiyecisinde buluyorum.Hem mideme hem çantama dolduruyorum.Nefis.



Sabah uykumuzu almış kalkıp yola düşüyoruz tekrar.Buarada Yunanistan’da otoyol o kadar sık gişelerle bölünüyor ki benzin parası kadar geçiş ücreti ödedik nerdeyse .Geç de olsa Selanik’ten sonra otoyola girmeden aralardan,köylerin içinden geçmeyi akıl edebildik.Bazı yerlerde durduk,dinlendik.Türkiye’ye yaklaştıkça Türkler artmaya,Türkçe konuşulmaya başlandı.Yol kenarlarında sık sık küçük yapıcıklar dikkatimi çekiyordu,kuş kafesi gibi.Bir tanesinin yanında durup baktım.O yolda, kazada ölenlerin anısına ailesi tarafından yaptırılmış ve içinde ölenin fotoğrafı birkaç özel eşyası ve mum var.Çok ilginç.



Kavala’dan çıkalı çok az olmuştu, biz Türklerin Dedeağaç,Yunanların da Alexsanrapolis dediği ve kapıkuleye 40 km kalan liman kentine geldik.Burada görülecek çok bir şey bulamadık.Sahilde bir fenerden başka sadece şirin restorantlar var.Öğle yemeğimizi yine kalamar ve karidesle tamalayıp sınıra doğru sürüyoruz demir atlarımızı.Sınırımıza geldiğimizde duygulanıyorum.Harika bir gezi yapmama rağmen,Meriç nehrinden geçerken köprünün mavi beyaz dan kırmızı beyaza renkli korkuluklu  yolundaki  askerimiz bana ‘hoşgeldniz ‘demezmi…Motordan inip öpesim geldi askerimizi.. Her şeye rağmen insanın kendi ülkesi kendi değerleri.Seviyorum.

Motosikletle Frigden Volgaya macerası 1.bölüm

Geçen sene #afyondannepale sürüşümün bana göre başarı ile geçmesinin ardından daha henüz  dönüş yolundayken seneye nereye gitmeli düşünce...